Sakin bir günde, gökyüzüne yayılan bulutlar, ürkütücü bir hava oluşturuyordu.
Yoğun iş temposunun ardından içimde derin bir boşluk hissediyordum; sevdiğim kişinin yokluğu beni adeta sarmalıyordu. Eve varıp, sıcak bir duşun rahatlatıcı sularıyla serinledikten sonra, birkaç lokma atıştırmalıkla karnımı doyurdum. Sonunda, rahat yatağıma uzanarak, huzur dolu bir uykuya dalmak için yatak odama geçtim.
Odam, eskimiş kitaplarım ve onların sakladığı hatıralarla doluydu. Penceremin yanındaki ahşap yatak, sanki beni özlemle kucaklamak için bekliyordu. Yüzümü ayın hafif ışığına çevirirken, odanın karanlığına biraz aydınlık katıyordu. Ay ışığı, yüzümü çıplak bir gerçeklikle aydınlatıyor, sanki ruhumun en derinliklerine kadar nüfuz ediyordu. Başımı rahat yastığıma koyup gözlerimi kapattığımda, huzurla uykuya dalmaya hazırdım.
Gözlerimi kapatarak kendimi uykunun sessiz kollarına bırakmak üzereyken, beklenmedik bir ses duydum ve hemen gözlerimi tekrar açtım. İşittiğim ses, bir uluma, bir ağıt, bir isyan gibiydi. Merakla kafamı hafifçe kaldırıp odamı aydınlatan pencereye doğru döndüğümde, etrafta hiçbir şey göremedim. Sadece sokak lambalarının solgun ışığıyla aydınlanan sokak, birkaç ağaç, meyhaneciler ve kedilerle doluydu.
Yorgunluğumun etkisiyle belki kendimi kandırıyor olabilirim diye düşündüm ve tekrar uykuya dalmaya çalıştım, ancak o ses hala kulaklarımda yankılanıyordu ve beni rahatsız ediyordu. Bu sefer öfkeyle camı açıp sesin kaynağını bulmak için dışarıya doğru baktım ve tam karşımda duruyordu: bir kuzgun. Bana doğru ağıtlar söylüyordu. Deliriyor muydum? Hayır, delirmiyordum, ama kuzgunun gerçekten ağıtlar söylediğinden emindim.
Bu tuhaf durum karşısında kendime ne olduğunu sorgularken, kuzguna fazla önem vermeden tekrar yatağıma uzanmak istedim. Ancak kuzgunun gözlerinden akan yaşları ve derin acıları hissedebiliyordum. Çırpınan, zayıf ve savrulan kuzgunun yaşadığı acıyı içimde hissettim; bağırıyor, ağıtlar yakıyor ve ben de bunu derinden hissediyordum. Rüzgarın hafif esintisiyle sallanan bir ağacın yıpranmış dalına tutunmuş gibi, kuzgun da benim ruhumun derinliklerine dokunuyordu.
Yaşadıklarımın anlamını tam olarak kavrayamamış olsam da, o kuzgun için bir mum yakmak istedim. Acısını derinden hissediyordum; acılarımız birbirine karışmıştı ve ruhlarımızın yarası aynıydı. Yatağımdan huzursuz bir şekilde kalkıp hemen karşımdaki çizim dolu çekmecemi açtım. Notlar, birkaç kalem ve diğer eşyaların arasında mum aradım, ancak bulamadım. Alt çekmecenin tokmağını hafifçe kavradığımda, kuzgunun penceremin önüne uçtuğunu fark ettim ve ona doğru yöneldim. Onu ürkütmeden yavaşça yatağıma oturdum. Kuzgunun yakından bakıldığında yaralı olduğunu fark ettim. Ay ışığının altında çektiği acı daha net bir şekilde gözlerimin önüne seriliyordu, ancak onun acısını hissetmek beni derin bir hüzne boğuyordu.
Çekmecelerimdeki eşyaların yerini kaybetmiş olması beni şaşırttı; her zamanki eşyalarımın yerine Alice’in eşyalarıyla dolu olduğunu fark ettim. Yazdığı şarkılar, çekindiğimiz resimler ve birkaç hediyesiyle dolu olan çekmecelerimi görünce içimde derin bir burukluk hissettim. Ancak acı bir tebessümle çekmeceleri geri kapattım. En sonunda aradığım mum, babamın kendi elleriyle yaptığı masada duruyordu. Elim, iyice erimiş olan sarı renkteki mumu almak için yanmaktan çekinerek uzandı. Ardından, sigara yakmak için bir yaşlı adamdan aldığım çakmağı çaktım ve onu kuzguna doğru yönlendirdim. Kuzgun, aradığım süre boyunca sessizce beni izlemiş olmalıydı, hiç kıpırdamadı. Nazikçe mumu kuzgunun yanına koyarak, ona birkaç mısra mırıldandım.
Tout à un coup je ris et je larmoie,
(Birdenbire gülüyorum, ağlıyorum,)
Et en plaisir maint grief tourment j’endure ;
(Ve zevkle nice ızdıraplara katlanıyorum; )
Mon bien s’en va, et à jamais il dure ;
(Benim iyiliğim gider ve sonsuza kadar sürer;)
Tout en un coup je sèche et je verdoie.
(Bir anda kuruyup yeşile dönüyorum. )
Alice, sesimin huzur verdiğini ve ruhunu okşadığımı söylerdi. Bu kuzgun, onun gibi hüzünlü ve yaralıydı; sesimi duyduktan sonra ağıtları kesilip sakinleşmeye başladı ve mum ışığında bana doğru yavaşça yaklaştı. Şiir mırıldanışlarım, bana Alice’i okşadığım anları hatırlattı. Her gece, onun kucağına uzanır ve saçlarını okşardım, ona şiirler okurdum. Şimdi ise o, cennette, Tanrı’nın yanında…
Kuzgun, seneler önce kaybettiğim kız kardeşimi hatırlatıyordu bana. Dünyanın en tatlı kızını, ona duyduğum özlemi ve onun gidişinin bana verdiği acıyı hissediyordum. Bu acı beni mahvetmişti; yaşamıyordum, yaşamak zorunda olduğum için sadece devam ediyordum.
Bir süre sessizce, anıların tatlı ve acı kollarına kendimi bırakarak kuzgunu ve erimekte olan mumu seyrettim. Ardından kuzgun, kara kanatlarını çırparak odamın içinde telaşlı bir şekilde uçuşmaya başladı. Ne olduğunu anlamamıştım; onu ürkütmemek için elimden geleni yapmıştım, ya da belki de artık sesim huzur vermiyordu. Ancak kuzgunun telaşı beni şaşırtmıştı. Kuzgun, ağzında bir kalemle kucağıma kondu. Bu, Alice’in kalemiydi ve ardından onun okuldayken kullandığı defteri de ağzıyla getirdi. Defter oldukça ağırdı, ama minik kuzgun başarmıştı. Ardından, kucağımda bana doğru bakarak tekrar ağıtlar söylemeye başladı.
Kuzgunun bana verdiği kalem ve defterle ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Anlam veremediğim bir şekilde, Alice’in ölümünden sonra eşyalarını kaldırmış olmama rağmen hepsi tekrar eski yerlerine dönmüştü. Zihnim karmaşık ve düşünemiyordum artık. Ancak, kuzgun ağıtlarına devam ederken birden ayın yansımasına doğru yöneldi. Gerçekten büyüleyiciydi; tepede koskoca duru mavi gökyüzünü beyaza boyuyordu. Ardından, ne yapmam gerektiğini anladım. Yavaşça kuzguna doğru zayıf parmağımı uzattım ve onu omzuma aldıktan sonra kalkarak masamın başına geçtim. Ardından, Alice’e gücümün yetebildiği kadar bir mektup yazmaya başladım.
Sevgili Alice’im,
Kelimelerin sınırlarını aşarak, yüreğimin derinliklerinden sana sesleniyorum. Her gün, seni özlemekten ve yüreğimdeki boşluğu hissetmekten kendimi alamıyorum. Kaybın acısı hala beni sarmış durumda, ancak bugün, seninle ve bize armağan ettiğin o muhteşem anlarla dolu geçmişimizle gurur duymak istiyorum. Gözlerimi kapattığımda, seni hatırlamak ve hissetmek, beni masalsı bir yolculuğa çıkarıyor. Ancak bu yolculukta, kelimelerin büyüsü yetmiyor. Kaybın acısı, yüreğimde derin bir yara bıraktı ve bu acı, zamanla hiç azalmadı. Ancak bugün, sana olan sevgimin sonsuzluğunu ve senin varlığının hayatımda her zaman hissedildiğini ifade etmek istiyorum. Sen, benim için sadece bir kız kardeşten çok daha fazlasıydın. Sen, benim suç ortağım, sırdaşım ve en iyi dostum idin.
Gücün, nezaketin ve sevgin, hayatıma sihirli bir ışık getirdi. Sen, zor zamanlarımda benim yanımda oldun, en karanlık gecelerimi bile aydınlattın. Bugün, fiziksel olarak aramızda olmasan da ruhumun derinliklerinde seni taşıyorum. Senin cesaretin, şefkatin ve neşen, benimle birlikte yaşıyor. Eşyalarını her zaman saklayacağım ve dualarımda seninle olacak, çünkü sen, benim için sonsuza kadar unutulmayacak bir anı olarak kalacaksın. Kelimelerin sihirli dansıyla, senin için bir mektup yazmak, ruhunla daha da derin bir bağ kurmama yardımcı oluyor. Senin varlığını ve bizim aramızdaki bağı kutlamak için, tüm duygularımı kâğıda dökmek istiyorum. Seni sonsuz sevgi ve özlemle anıyorum, sevgili Alice’im. Ve seninle paylaştığım tüm anılar, ruhumuzun sonsuza kadar dans edeceği bir melodinin parçaları olacak.
Tüm sevgimle ve hatta daha fazlasıyla…