Kelebek kozasına saklanmış bir tırtılız aslında hepimiz. Hayatımız boyunca birçok yer gezeriz. Sokaklar, caddeler, evler, şehirler…
Her seferinde yeni bir şey keşfederiz. Bu keşifler elbette bazen iyi bazense kötü oluyor. Öyle boş boş gezmeyiz. Bu serüvende türlü türlü insan girer çıkar hayatımıza. Biz de tıpkı bir tırtıl gibi her birinde kendimize uygunluk ararız. Daha doğru ifade etmek gerekirse her birinde “evimizi” ararız.
İnsanın evi, onu her şekilde kabul eden tek yerdir. Her zorlukta kanat geren, ilk çıkmazda arkasını dönüp gitmeyendir. Ve inanın her insanın bir eve ihtiyacı vardır. İşte biz de bu yüzden gittiğimiz her yerde, karşılaştığımız her insanda bunu ararız. Dedim ya tırtıl gibi… Onlar da çiçek çiçek gezer, o orman senin bu dağ benim gezer dururlar. Ta ki o doğru sığınağı bulana kadar…
Kolay geçmez elbette bu yolculuğumuz. Bazen yağmura yakalanırız ansızın ve en içimize kadar sırılsıklam oluruz. Yahut azimle o sığınağımızı ararken biri gelir hiç umursamadan basıverir tüm hayallerimizin üstüne, ölürüz. Bazense bulduk zannedip konarız bir yaprağın üstüne. Tam yapacakken kozamızı bir de bakarız ki yaprak zehirli! Sımsıkı tutunduğun o yaprak, kendini bulduğunu sandığın o dal aslında seni zehriyle öldürmek üzeredir.
Pek çoğumuz o yanlış seçimden sonra vazgeçeriz aramaktan. Bir koza yapıp kelebeğe dönüşme hayalimiz çöp olur. Ama bu asla böyle olmamalı! Her yağmurdan sonra nasıl güneş açıyor yahut her kıştan sonra nasıl yaz bir şekilde geliyorsa biz de her yanlıştan sonra doğrunun geleceğine olan inancımızı kaybetmemeliyiz. Onlar yanlış olmayı seçtiler diye biz neden hayallerimizden vazgeçelim? Onlar bizim varlığımızdan faydalanmak istediler diye neden biz yaşamayı bırakalım? Hayır! Ben olmam gereken dalı bulacağım ve kozamı orada inşa edeceğim. O dalın yapraklarıyla birlikte gelişecek ve bir gün tüm ihtişamımla o dalın üzerinde duran bir kelebek olacağım.
İnanın doğru yer ve doğru zaman denk geldiğinde insan bunu anlıyor. Bir gün tam vazgeçiş uçurumunun ucundayken “Her şeyin sonu” diyorken öylece sizi izleyen o dalı göreceksiniz. Uzun bir yoldan gelmiş, yıpranmış ve bir o kadar da kanlar içinde kalmışken son bir gayretle ona ulaşacaksınız. Ve bu defa o dala tırmanmanız gerekmeyecek. O kendiliğinden eğilecek önünüze. “Gel” diyecek, “Çok yormuşlar seni. Gel ve dinlen” …
Dinlenmek için çıktığın o dalda işte tam da kendini bulacaksın ve başlayacaksın kozanı örmeye. Seni üzen yaşanmışlıkları, seni kandıran insanları, hayal kırıklıklarını, göz yaşlarını ilmek ilmek öreceksin etrafına. Tüm bunlarını etrafına topladığında ise yüzleşeceksin hepsiyle. Aslında yaşadığın her şeyin seni olgunlaştırdığını, bir sürü şeyi öğrenmeni sağladığını ve düştüm sandıkça güçlendiğini o zaman göreceksin.
“İşte, siz beni yıktınız ben kalktım! Siz beni öldürmek istediniz ben hayatta kaldım. Ve buradayım. Evimde!” O gün tüm bu yükleri bir bir kırarak olgunlaşmış olmanın huzuruyla çıkacaksın o kozanın içinden. Öyle hafifleyeceksin ki o ihtişam dolu kanatlarınla özgürlüğe uçacaksın. Ve o dal her zaman evin olarak kalacak. Sonsuza dek seninle…