Bir gün arkadaşlarla otururken, huzurlu olmayı, huzurlu bir aile ortamını nasıl oluşturabiliriz? diye bi konu açılmıştı.
Aile ortamımızda yada iş ortamımızda sık, sık karşılaştığımız, üzüntü duyduğumuz ve kendimizi hasta olmaya kadar götüren bi kavram aslında huzursuzluk. Peki bundan nasıl kurtulabiliriz yada bunu ne kadar minimize edebiliriz diye hepimiz farklı konulara değindik.
Aslında o kadar da zor değilmiş bizi bu kadar somurtturan, neşemizi kaçırtan huzursuzluk. Peki bundan nasıl kurtulabiliriz.. Bunlardan en önemlisi, öfkenin altını kıstığımızda aslında daha katlanılır oluyor yaşam yaşamak yormamalıyız kalplerimizi. Ağzımızdan çıkacak kelimelerle kırmayalım birbirimizi. Kendimize istemediğimiz bir şeyi bir başkası içinde istemeyelim.. Kendimizin de kusurları olduğunu düşünerek dillendirmemeliyiz karşımızdakinin kusurlarını. Sen yap, o yapsın diye değil beraber yardımlaşarak yapmalıyız işlerimizi.
Üstünlük taslayarak uyarmamalıyız birbirimizi. Beden dilimize önem vermeliyiz. Bişey diyeceksek bir kere değil on kere düşünmeliyiz. İş yerinde yada sosyal çevremizle yaşadığımız sorunları eve getirmemeye dikkat etmeliyiz. Evet bunları söylerken yakın çevrem işte öyle kolay olmuyor aslında diyorlar. Bende diyorum ki mutlu olmak için hangisini yapmayı tercih ettin. Aslında her şey biz güçlü insanların elinde. Konuşarak çözümlerde getirebiliriz. Ama bu hayatı zorlaştıranlarda bizleriz, kolaylaştıranlarda.
Yaşam, yaşamak bize verilen bi hediye kutusu halbuki.. Bu hediye kutusunu açarak gülücüklerde dağıtabiliriz, yada mutsuzlukta dağıtabiliriz. Ama bunları yaparken kendimizi ve çevremizi azıcık düşünelim kıymetli okuyucular. Çünkü etrafımızdaki güzel insanlara bunu yapmaya hakkımız yok bi başkasının da bize yapmaya hakkı yok.
Yılmaz Erdoğan’ın filminde dediği gibi bir yandan ölüp gidiyor yanında susabildiklerimiz. Hayat çok kısa…Sevgilerle kalmanız dileğiyle…