Herkes bir gün yenilir hayata, Bir dem, bir an, bir gün. Yeniliriz, tükeniriz, tökezleriz. Yerle bir olup, çamurlara karışırız.
Herkes bir defa yıkılır, diz çöker hayatın karşısında. Sonra, dik ederiz bükük sırtımızı, Tonlarca yükü bedenimize sığdırıp gizli bir kamburla devam ederiz yolumuza.
Artık ne çamurlar, ne yıkılışlar, ne de tümsekler durabilir karşımızda. Tek başımıza hayatı sırtımıza yüklediğimiz, acımızı anlattığımız, anılara güldüğümüz, tonlarca yüke rağmen masum bir tebessümü çehremize yerleştirdiğimiz günden sonra, tarifsiz büyüklükte bir kuvvete sahibiz..
Gücümüz günbegün artar dik bir baş, kara bir göz armağan edilmiştir ömrümüze. Hayat bize bunu layık görmüştür çünkü, bizlerde layık görülen hayatı doyasıya yaşıyoruzdur. Şöyle bir ayrıntı da mevcuttur ki bizler kötü olan her şeyi, her olayı atlatıyoruz. Belki zorluklarla belki, göz yaşlarıyla ama geçiyor ilk gün olduğu gibi hiç bir acı baki kalmıyor hayatlarımızda.
Ağır bedelleri verdikten sonra bambaşka pencereden bambaşka hayatları seyre dalıyoruz ve fevkalade bir farkındalık sarıyor dört bir yanımızı. Her bir şeyleri fazla anlamak da büyük bir hastalık haline gelmiş oluyor.
Ama olsun diyoruz yaşanması gerekiyordu ve yaşandı. Ama eksik ama yarım devam ediyoruz yarınlara.
Dedim ya,
Fazla anlamak büyük bir hastalık olabiliyor, ama yaşıyor ve yaşatıyor yarınlarla..