Bizleri gerçekten zor hislere saran, benim için çağımızın vebalarından, gerçekten ağır bir duygu yükünden bahsetmek istiyorum bugün sizlere : Umutsuzluk
Başta çok can sıkıcı gözükse de umutsuzluğun süreklilik arz etmedikçe o kadar da berbat bir ruh hali olduğunu düşünmüyorum daha doğrusu düşünemiyorum. Her şey denge değil mi sonuçta şu hayatta… İçi boş ve hayattan kopmuş, şişirilmiş bir umuttan ziyade umutsuzluğu en diplerde yaşamak hayatı yeniden kucaklama şansını aramaya itiyor bizi.
BİZİ HAYATA BAĞLAYAN EN SOMUT ŞEY UMUT
Tabi bu da her duygu gibi uzun sürmediği, dozunda yaşandığı taktirde mümkün, yoksa gerçekten en ölümcül virüs haline geliyor. Burada süslü cümlelerle anlatılamayacak kadar derin bir soğuk ve grilik, bazen de nefes alamama korkusuyla yutkunamamak gibi umutsuzluk. Tabi bu konu üzerine çeşitli deneyler yapmış bilim insanları ve gerçekten bir insanı hayata net bir şekilde bağlayan en somut şeyin umut olduğu sonucuna varmışlar en sonunda.
Uzun süren, ki bu yıllar bile alabilir, bir umutsuzluk benliğinin çekirdeğini parçalıyor insanın. Kendim, kendi hayatım diyebilmeye küsüyor ve hayatı bir varış noktası olarak görmenin sığlığından daha berbat bir şekilde hayattan koparıyor ruhumuzu. Umut etmek kolaydır, buyurun umut içinde yaşayalım diyemem elbette ama hayatın bir hız treni gibi olduğunu da içselleştirmek gerek bazen, hani o hep konuştuğumuz iniş çıkışlar… Bunu içselleştiremezsek o tren her aşağı savrulduğunda yukarı çıkmasını beklemeden benim burada ne işim var diye söylenip kendimizi o trenden atmaz mıyız ?
SÜRECE GÜVENMEYİ SEÇEBİLİRİZ
İşte bu durum tam olarak kronikleşmiş bir umutsuzluk benim gözümde. Nasıl sağlıklı bir umuda sahip oluruz gibi bir öneride dahi bulunmayacağım çünkü herkesin kendi yolculuğuna dair listeler hazırlayıp hadi yapın ve elde edin diye sunmayı fazlasıyla sığ buluyorum. Sadece hayatımızı yaşamaktan vazgeçip o trenden atlamak yerine trenin tadını çıkarabilmeyi de denemeliyiz, belki sürece güvenmeyi de seçebiliriz bazen. Hayat buna değer.