Herkes çocukluk yaşlarında mutlaka en meşhurlarından da olsa en az 1 veya 2 tane masal okumuştur. O yaşların vermiş olduğu heyecanla masallarda gerçekleşen olaylar ona mucizevi gelmiştir.
Çocuk aklı bu ya; ‘nasıl olabilir ki, yalan dolan hepsi, böyle bir dünya mı var’ dememiştir. Çocuk ya hani masum ve temiz ya inanmıştır. Ben de işte mucizeler masallarda olur sanırdım. Ta ki aşık olana kadar… ta ki onu o kapıda görene kadar…
Hayatımın en çetrefilli, en mutsuz ve en umutsuz döneminde yeniden mutlu olabilmenin kapısı açıldı bana. Başlarda imkansız bir yol olarak çıktığım yolculuk, son durağım oldu. Bende dahil olmak üzere çevremdeki insanlar bu durumun mümkün olmadığını söyleyerek, bana bir şekilde önüme bakmam gerektiği ile ilgili birçok akıl verdiler. Ama sorun şuydu ki akıl ve mantık insan hayatında sizi bir noktaya kadar götürüyor, önemli olan kalbin ne dediği yüreğin sizi nereye sürüklediği. İşte hayatı boyunca mantık kadını olan ben, ilk defa yüreğinin sesini dinledi ve taşın altına elini koydu.
Öyle hiç kolay değildir yüreğinin sesini dinlemek, uğruna pek çok fedakarlık yapmak… Ama geçenlerde Instagramda duyduğum Şems Tebrizi’nin o muhteşem sözleri benim o zamanki durumumu betimleyebilir belki sizlere.
“Sevmeyince yük olur karınca
Sevince filler karınca
İnsan dağları bile taşır omzunda
Gerçekten sevip aşık olunca…”
İşte ben de dağları omuzuma alıp yüreğimin peşinden çıkmıştım yola. Allah biliyor ya uykusuz geçen, sabahına saçlarıma ak düşen kaç gecem oldu. Hep kendime Neşet Ertaş’ın o büyülü sözlerini tekrarladım:
“Sabreyle gönül sabırsız olma
Cümleyi gönlüne yar eden vardır
Darda kaldım diye diye umutsuz olma
Yok iken dünyayı var eden vardır…”
Acıyı çeken bilir derler ya, hah işte o günlerde ne acılar ne sıkıntılar çektim bir ben bir de duasına ve mucizesine sığındığım Allah’ım bilir. Dua insanın kaderini şekillendirirmiş ya, beni o gecelerin sabahına ulaştıran duam, kaderimi şekillendirdi ve mucizem gerçekleşti. İmkansız olan sevdam şimdi bana eş oldu, yoldaş oldu…
1 hafta sonra düğünüm var ve ben bunca zorluğun, bunca sorunun ardından sevdiğim adamın elini tutarak kalbim heyecandan çatlarcasına gireceğim o salona… Bu zamana kadar nasıl şükrettiysem, o günde de yine şükredeceğim.
Şimdi bu yazıyı neden yazdım diye kısaca açıklamam gerekirse Nazan Bekiroğlu çok güzel dile getirmiş:
“Yükselmek için düşmek, arınmak için kirlenmek
Çıkmak için batmak lazım.
Yeniden doğmak için ölmeli insan bir kere…”
İşte ben de yeniden doğmak için öldüm önce. Sonra hayatım bir mucizeye tanık olarak beni bugünlere getirdi. İlk gün de olduğu gibi bugün de her gece yatağıma şükrederek giriyorum ve diyorum ki iyi ki kalbim…
Bu süreçte öğrendiğim pek çok şey var elbette. Ama önemli birkaç nokta paylaşmam gerekirse şunları söylemek istiyorum. İnsan hayatında ergenlik durumlarını bir kenara bırakırsak, gerçekten bir kez aşık oluyor. Hele benim gibi imkansız bir duruma denk geldiyseniz bunun için mücadele etmek gerçekten yürek istiyor.
Benim bu konudaki en önemli tavsiyem şu ki; iki gözünüz kimi görünce yüzünde güller açıyorsa onu hiçbir zaman bırakmayın. Mutluluk kolay bulunan bir nimet değil. Nimet diyorum çünkü Allah’ın bize sunduğu en güzel nimetlerden biri mutluluk ve huzur. Mutluluğunuz için mücadele edin, dua edin. Ve unutmayın “Bir çiçeği büyüten sevgi, insanı değiştirmez mi?” sevdiğiniz ve sevginiz için değişmekten, yenilenmekten korkmayın…
Son olarak Can Yücel’in o muhteşem dizeleri ile son veriyorum yazıma ve herkes için diliyorum ki
“Sevdiğin kadardır ömrün
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi
Sevdiğin kadar sevileceksin…”