Bir garip olay… 3 Mart 2009 yılında Emin Delidolu, belki ailesinin geçimini sağlamak belki de katkı da bulunmak için o gün her zaman ki gibi kağıt toplayıcısı olarak İstanbul’un sokaklarını arşınlıyordu, hayatın yükü kadar ağır heybesini sürükleyerek. Ne o, ne de Türkiye göreceği bu manzarayı hayal bile edemezdi.
Etiler, Nispetiye Caddesi’nde bulunan bir çöp konteyneri önünde durdu. İçine baktığında bir gitar kutusu ve bavul fark etti. Gerçek, akşamın karanlığı ortada olsa da biraz sonra yıllarca devam edecek olan karanlık bir davanın dönüm noktası o gitar kutusunu açana kadar gecenin içinde saklanıyordu. Belki kardeşine, kardeşlerine ya da çocuğuna, çocuklarına içinden bir şey çıkarsa götürürüm umudu ile uzanılan gitar kutusunun içinden 17 yaşında ki genç bir kadının söndürülmüş hayatına ait bedeninden son derece cani bir şekilde ayrılmış kafası çıktı.
Belki Yargı’nın, Kolluğun ve Adli Tıp Kurumu’nun belli kesiminden daha yürekli çıkan bu kağıt toplayıcısı adam korkup kaçmak ya da görmezden gelip, üstünü kapatmak yerine genç kızın bir şehir çöplüğünde kaybolup gitmesinin önüne geçerek Emniyet birimlerine haber verip 15 yıllık süreci başlatmış oldu.
Türkiye ne o zamana kadar böyle bir olay görmüş ne de devletin bazı birimlerine güvensizleşme anlamında böyle bir sürece girmişti. Güzel ve yalnız ülkemiz şimdide 17 yaşında gencecik bir kızın bu hayatı yaşayamadan katledilerek dünyadan koparılması gerçeği ile yüzleşiyor bir taraftan ise bunu yapan caniye karşı yaptırım oluşturulması konusunda hakkaniyetsizliklere şahit bırakılıyordu.
Ve 15 yıl sonra yeniden yüzleşip hala bir şeylere şahit bırakıldığımız gibi…
Gelin en başa 3 Mart 2009 akşamına dönelim ve biz nerelerde inancımızı kaybetmeye başladık hep birlikte görelim.
Kolluk kuvvetleri o gün olayın yaşandığı adrese failleri almak için gitmiş ancak ne hikmetse yakalamak için gittikleri Cem Garipoğlu ve babası Nida Garipoğlu kendilerine ait araçla yanlarından geçip gitmiş.
Daha sonrasında evin bulunduğu alanda kameraların kırık olduğu gerekçesi ile kayıt yapılamadığı yönünde emniyet güçlerinin ifadeleri oldu. Bir süre sonra ortaya çıkıyor ki bu kayıtlar manuel olarak silinmiş. Geri getirilen kayıtlar katliam öncesinde testereyi alan Cem Garipoğlu’nun bu cinayeti tasarlayarak işlediğini gözler önüne sererek davanın seyrini değiştiren bir gelişme oluyor. Bu kayıtlara kadar tepki cinayeti, cinnet, erkeklik gururumu kırıcı gibi bahanelerin arkasına sığınan savunma makamı yaş küçüklüğü ile birlikte daha az ceza almak ya da belki de hiç almamak adına adaleti yanıltıp vicdanı olmadığını avaz avaz Türk toplumuna gösterirken, halkın huzuru ve güvenliğini kapsayan bir meslek hakkında da yoğun kuşkular baş gösterdi.
Öyle ki yakalamaya gittikleri failler yanlarından geçip gidiyor, davanın gidişatını değiştirecek kamera kayıtları yok deniyor ancak sonradan var olduğu hatta müdahale edildiği ortaya çıkıyor ve bu kadar tesadüf yetmezmiş gibi evde yapılan arama sırasında tutanaklara geçirilmeyen ve hala bulunamamış 700.000 Euro para meselesi gündeme bomba gibi düşüyor. 11 tutuklu polis haklarında açılan davadan ceza alıyorlar. Bu polislerin o dönem avukatlığını ise Fetö’nün yargı imamı olarak adı geçen ve hakkında halen yakalama kararı bulunan Halil İbrahim KOCA üstleniyor. Sonradan ortaya çıkıyor ki bu polislerin de örgütle bağlantısı bulunuyormuş. Dava üzerinde bütün bu karartının olması yetmezmiş gibi bir de dönemin İstanbul Emniyet Genel Müdürü olan Celalettin Cerrah’ın skandal açıklaması katliamın gündemini adeta başka bir yöne çeviriyor. Ayşe Arman’a verdiği röportajda;
“Kızlarını takip etselerdi” diye bir demeç veriliyor Cerrah tarafından.
Emniyet müdürü kızları katledilmiş bir aileyi bu sözleri ile suçlarken Cem Garipoğlu, 50 gündür birilerin desteği ile kaçak haldeydi. Devletin elinin ve dilinin mağdurun yanında olması gerekirken bu söz hangi kara yürekleri okşama telaşıydı bilinmez.
Tam 197 gün sonra aile ve polis arasında yapılan müzakereler sonucunda avukatları tarafından polise teslim edildi katil, hem de 18 yaşını doldurmasına 1 hafta kala. Böylece çocuk şubede pedagoglar eşliğinde sorgulanacak belki de az bir ceza ile kurtulacaktı. Diğer enteresan “Tesadüf” ise Cem Garipoğlu’nun teslim alındıktan sonra babasının tutukluluğunun sona ermesi. Adeta rehin bırakma gibi bir süreç yaşanmış, babayı bırak Cem’i al kampanyası gibi bir kovuşturma sürmüş. Babanın bırakılması ise hala bir yargı skandalı.
Yıllar önce Adana’da ailenin hileli iflas davasına bakan ve bu davada beraat kararı veren Hakim her ne yüksek olasılık ise bu katliam davasına veriliyor. Evde bulunan ve Cumhuriyet Başsavcıları tarafından yapılan açma-kapama tutanağınca, babanın giydiği tespit edilen gömlek ve içlik üzerinde, omuz, sırt, göbek altında bulunan noktalarda, değme, sıçrama ve fışkırma neticesinde kan lekeleri olduğu tespit ediliyor. Bunun yanı sıra dünya güzeli Münevver’in tırnaklarının arasında hayata tutunmaya çalışılırken bıraktığı babaya ait DNA örnekleri var.
Peki sonra ne oluyor bu masal da sizce? Hayır, kırmızı başlıklı kız kurdun elinden kurtulamıyor tabii ki.
Baba bu Hakim tarafından ikinci celse de güncel deliller incelenmeden tahliye ediliyor.
Bir diğer unutulamayacak ve akıl almaz skandal ise belki de o zamana kadar Türkiye’nin en güvenilir kurumunda yaşandı; Adli TIP.
Maktule yapılan otopsi de iç çamaşırında sperm bulgusuna rastlandığı rapor edildi. Yaşanan olay ve yerleşik gerçekler çerçevesinde asla mantıklı görünmeyen bu veri itirazlar neticesinde 4 Ay sonra anlaşıldı ki ilkokul teknikeri tarafından yapılan otopsi de başka bir cansız erkek bedeninden bu görevlinin eldivenine bulaş yoluyla geçip her nasıl oluyorsa Münevver’in iç çamaşırında morgda ki yolculuğunu tamamlamış.
Tüm bunların yanında skandalların yaşandığı bir diğer alan ise Basın. O dönem özellikle iki basın ustası adeta bu işin peşini bırakmamış bunun yanı sıra Karabulut ailesinin sesini duyurması için özel yayınlar bile yapmışlar.
Mehmet Ali Birand ve Fatih Altaylı.
Ancak bu iki basın efsanesi dışında maalesef bir kısım medya ailenin belki kasıtlı belki de değil ancak algı süreçlerine ait olmuş gibi görünüyor. Babanın aileden kan parası istediğine yönelik yapılan bu aşağılık haberler hem gerçeklikten uzak hem de kimsenin anlayamayacağı bir yerden ağır yaralanmış bu aileyi kızları için verdikleri mücadele de vicdansızlık kuyusunun en dibine itmeye çalışıyordu. Ölmeden önce türlü işkence görmüş, vücudunda 29 kesi, 5’i ölümcül olmak üzere daha yaşarken kafası gövdensin ayrılarak katledilmiş genç bir kadın hakkında “Zengin Erkek Avcısı” algısı yaratılmaya çalışıldı katili ile tanışma detayları üzerinden. Tam da Adli Tıp tarafından yaratılan “Sperm Skandalı” sonrası eş güdümlü denilecek bir zamanla Garipoğlu ile birlikteyken bir teğmenle konuştuğu yalanı ortaya atılarak aslında “İffetsizlikle” yan yana getirilmek istendi Münevver.
Peki bütün bu yalanlar gerçeklerin önüne geçirilmeye çalışılırken asıl söylenmesi gerekenler neden sessiz kaldı;
Evde neden Cem Garipoğlu’na ait sahte nüfus cüzdanı bulunuyordu?
Nerde ve kimler tarafından saklandı?
Tek başına mı? Yoksa yanında birileri ile mi katliamı gerçekleştirdi?
Münevver Neden KATLEDİLDİ?
Bu yazıda çok şey söylendi ama bu soruların bir cevabı yok maalesef çünkü hepsi cevapsız bırakıldı.
Katilin ölümünden 10 yıl sonra cevaplanamamış soruların üstüne bir de yeni sorularla boğuşuyoruz. Belki de yeni cevapsız bırakılacak sorulara gebeyiz. Kötülük doğurulan bir şey mi bilmiyorum ancak izin verilmemesi gereken bir kavram olduğu aşikar. İzin verilen ve her ne nedenden dolayı olursa olsun önü açılan tüm kötülükler bir süre sonra gerçeğimiz olur. Gerçek ise hayat boyu yaşamaya mahkum olduğumuz. Halbuki vicdanın olduğu yerde insanlık olur.
Son bir soru NARİN’E NE OLDU?