Perdeler açılır kapanır yürekler. Perdeler açılır tükenir umutlar. Perdeler açılır yolun sonun görünür.
Levhi Mahfuz’la açılır perdeler, âlemin yüzüne sır olan ne varsa. Yazsak olmaz yazmasak olmaz ancak yürek yakan günlerden geçiyoruz ve kelimeler artık boğazımıza diziliyor.
Bir çocuk ağladı, feryadına yetişemedik. Bir çocuk öldü gözlerimizi kapattık. Bir çocuk daha öldü kulaklarımızı tıkadık. Sonra çocuklar ölmeye devam etti. Irak’da, Suriye’de, Filistin’de, Azerbaycan’da, Türkistan’da, Arakan’da, Bosna’da ve daha adını sayamadığım kim bilir nerelerde.
Bir çocuğun ölümüne sessiz kaldığımızda verdik zalime zulüm iznini. Bir çocuk daha katledildiğinde tasdik ettik zulmü ve sessizliğe büründük. Zalimin eli her daim ilerlerken biz susmayı, kişisel çıkarların peşinden koşmayı, bananeciliği öğrenmeyi ve inancımızdan hem de benliğimizden uzaklaşmayı öğrendik.
Dün bir çocuk öldürenler şimdi bin çocuk öldürüyor. Yetmiyor iki bin öldürüyor yetmiyor üç bin öldürüyor. Lakin bizlerin suskunluğu hiç bozulmadan devam ediyor.
Siyonizmin azgınlığı malumunuz. Peygamber şehit eden ve lanetlenmiş bir kavmin geçmişte yaptıklarını unutmadığımız gibi bugün ve yarın da ne yapacakları aşikârdır. Öldürülen her bir Filistin’li insan için sevinç çığlığı atanları izlemek kan dondurucu. Hepsini yok etmek gerekli diyenleri duymak kahredici ve onların karşısında bir avuç kahraman direnmeye çalışıyor. İki milyarlık İslam âleminde yalnızca bir avuç!
Her Müslüman cennete gitmek ister. Lakin aklıma takılıyor, Müslümanların onurunu ve kutsal olan mabetlerimizi korumak için canını verenler ile aynı cennete nasıl gideceğiz.
Yeni günde ortaya çıkan gelişmeler Siyonist ve batı zihniyetinin Filistin halkını çöle sürmek ve kaderlerine terk etmek olduğunu ortaya çıkardı. Bu soykırımı yalnızca sözlü kınamalar ve gösterilerle nasıl durduracağız. O dindaşlarımız birer birer; kadın çocuk yaşlı demeden öldürülürken bizler ne yapacağız?
Kıymetli okurlarım, soykırım boyutunu aşan saldırılar ve batının gösterdiği ikiyüzlülük ortadayken kimsenin bir şey yapmadan duruyor olması ne acı. Çocuğunun ölmüş bedenini havaya kaldırıp ümmeti Allah’a şikâyet eden babaların, annelerin feryatlarının karşılıksız kalacağını mı zannediyoruz. Hayır, Suriyeli çocuğun şikâyeti karşılıksız kalmadı Filistinli çocuğun şikâyeti de kalmayacak ve ilahi adaletin, bunun faturasını ilk önce ümmete çıkacağı kanısındayım.
Devletimin diğer devletlerden farklı olarak bir sürü çalışma yürüttüğü konusunda gelen haberleri az çok biliyorum. Elbette devlet işini perde önünden yapmaz ve kişi olarak devletin sırlarını bilmeme hiç gerek yoktur. Ama daha fazlasını yapmak durumundayız. Bunun bazı nedenleri var. İlki, o topraklar halen bizimdir. Tapusu hanedanımıza aittir. Hatırlanacağı üzere Sultan Abdülhamit Han’ın tahttan indirilmesi olaylarında Yıldız Sarayı yağmalanmıştı. Kimileri maddi değeri olan şeyleri alırken ismi herkesçe bilinen Siyonistler ve ortakları Filistin bölgesindeki tapuların peşindeydi.
Yani o kutsal topraklar dini olarak sorumluluğumuzda olduğu gibi mülk olarak da bizim sorumluluğumuzdadır. Bir yandan Hz. Peygamberimizin Miraç yolculuğu mekânı olması, Hz. Ömer (r.a.) fethiyle yurdumuz olması, Sultan Selahaddin Eyyubi’nin hatırası olması, Yavuz Sultan Selim Han’ın fetih hakkı olması ve üzerinde gezinmiş peygamberlerin hatırası olması hasebiyle bugün yaşanan katliama dur demek bizlerin yükümlülüğüdür.
Herkes sussa, herkes ardını dönse, içimizdeki bazıları yok dese de Kudüs ve Filistin bizimdir. Ya sahip çıkacak ya da bir süre sonra o namlularla doğrudan karşılaşacağız. Gazze kurtuluşa erene kadar hep birlikte esen kalmayalım sevgili okurlarım.