Uykudan yeni uyanmıştım, ya da gerçekten uyanmış mıydım? Emin değildim. Bu durumdan artık zihnim ve bedenim bertaraf olmuştu.
Susayan birisinin bir nehir görüp susuzluğunu gidermek için içtiği hakikate ulaşamaması gibi bir durumdaydım. Yaşadığım bu durum, adeta bir paradoks gibiydi. Tüm bunları düşünüp kalan günümü harcamak istemiyordum, fakat daha saat kaç olduğunu bilmiyordum bile. Aklıma yatağımın hemen köşesinde bulunan beyaz renkteki şezlongun üzerinde tik tak sesleri çıkartan çalar saatim geldi, fakat gerçekten uyanmış olup olmadığıma emin değildim. Bu yüzden kirlenmeye yüz tutmuş, hafif dalgalanan perdelerimi aramaya karar verdim.
Ağır hareketlerle ayağa kalkarak perdeyi hafifçe araladım. Gece vakti değildi, fakat dünyanın görüntüsü siyah-beyazdı, ya da sadece benim için siyah ve beyazdan ibaretti. Biraz hava almak ve kendime gelmek için yine beyaz şezlongumun üzerinde bulunan buruşmuş paketimden tahrik olmuş sarı filtre sigaramı parmaklarımın arasına aldım. Sanki parmaklarımın ucundan bir sıvıya dönmüş akıyor gibiydi, fakat bir dilenciden çaldığım neredeyse bitmek üzere olan pembe çakmağı yakarak yakmayı başardım. Sigara kağıdının tutuşmasıyla etrafa yayılan koku ve kâğıdın çıkardığı o ses beni rüya görmediğimde daha da ikna ediyordu, ama kanamazdım. Zihnim oyun oynuyordu, belki de değildi, teyit etmeliydim. O yüzden, açtığım camın ahşap yüzeyine dirseklerimi yaslayarak bir yandan ruhu olmayan boş bedenimin ciğerlerini beslerken, diğer yandan doğayı katletmeye devam etme kararı aldım.
Etraf siyah-beyazdı, fakat gece değildi. Hava kararmıştı, saat o kadar geç olmamıştı. İki buçuk saat civarı uyuya kalmanın bedenime bahşettiği nahoş bir etki, beni bulutların üzerinde bir bale gösterisi sunuyormuşçasına hafif hissettiriyordu, ama her şey tam anlamıyla öyle değildi. İçimde bir mezarlık barındırıyordum, zihnimde ise bir mahşer mahkemesi vardı. Parmaklarımın arasından ne zaman baksam kayıp giden sigarama rağmen, içime çektiğim dumanı ve dudaklarımın arasından geri üflediğim toksini hissedebiliyordum. Akşam üstü sokaktan geçen insanlar vardı, aslında hayır, insancıklar vardı. Kimseler demiyordu, herkesin bir maske taktığını fakat bildikleri halde susuyorlardı. Neden bildikleri halde susuyorlardı ki?
Garip canlılardık bizler, garip varlıklarız. Benim bile maske takmama rağmen, onları yargılıyorsam, dünya gerçekten garip bir yerdi. Birkaç insanı seyrettikten sonra sigaram bitmiş, parmaklarımın arasında sadece küle dönmüş ot parçaları kalmıştı. Pencereyi sakin hareketlerle kapattım, ardından parmaklarımın arasında küllerin mezarına dönüşmüştü. Bir tablaya onları da silkerek ayna karşısına geçtim. Zayıflamış, insanlar tarafından arzu edilmeyen bir bedene sahiptim. Kıvrımlarım bile yoktu, neredeyse düz bir bedenim vardı. Beni konuşturan şey ise dudaklarımın dolgunluğu olmuştu hep, fakat bugün farklı bir durum vardı. Ben bu bedene ait değildim.