Am-tep bir sanatçıydı. O gece yorucu bir günün sonunda atölyesindeki tahta sedirinin üstünde uyumaya çalışıyordu.
Aslında kendisi dahi, uykuda yada uyanık olduğunu tam olarak kestiremiyordu. Bu esnada tuhaf bir şey oldu, Am-tep kalkıp pencereye yöneldi, güneş kuzeyden yükselmeye başlamıştı! Bu yükselen kırmızı nesne güneş olamazdı, bu kadar çabuk sabah olacağına gözleri inansa bile yorgun kemikleri inanmıyordu. Uzakta denizden gökyüzüne doğru yükselen adeta ateşten oluşmuş bir hava koridoru vardı. Pencerenin önünde durduğu anda koyu bir bulut gördü. Bu bulut adeta dev bir şemsiye gibi ateş sütununu kaplamıştı keder veren bir hali vardı.
Gece boyunca gördüğü yıldızlar birer birer yok olmaya başlamıştı. Sanki cehennemden yeryüzüne inmiş olan bu ateş koridoru ve iç karartıcı şemsiye yıldızları yutuyordu. Am-tep bu manzara karşısında korkmuş olmalıydı fakat korku yerine o daha çok etkilendiği için kımıldaman pencere önünde durup izlemeye devam etti. Karşısında kusursuz bir simetri vardı. Ruhunu karartan bulut birden doğuya yöneldi. Daha önce Tanrı’nın bu kadar şiddetli öfkesine tanıklık etmemişti. İlk tepkisi kendisini suçlamak oldu. Öküzün üzerinde yükselen dünya heykelini yaparken bir kusur işlediğini düşünmeye başladı. Acaba tanrıları kızdıracak bir hatası mı olmuştu? Büyük Sarayda bir sorun olabileceğini düşünmeye başladı.
Rahip-Kral şeytani Tanrının isteklerini yerine getirmek için vakit kaybetmezdi, fedailer olmalıydı. Geleneksel meyve şölenleri yada kurban edilen hayvanlar bu şeytani Tanrının öfkesini yatıştırmak için yeterli olmazdı. Fedailer insanlar arasından seçilmeliydi. Kısa bir süre sonra etkili bir rüzgar ile oda içinde savruldu. Rüzgarın kulakları uğuldatan bir sesi vardı, bir an için sağır olduğunu sandı Am-tep. Büyük bir emek vererek yaptığı kilden kaplar bulundukları raflardan salınarak yere düşüp parçalara ayrıldılar. Rüzgarla savrulup odanın bir köşesinde iki büklüm düşünürken odadaki karışıklığı gözlemledi. Denizin üzerinde beliren korkunç manzarayı gözlemlemek için güçlükle de olsa ayağa kalkmayı başardı. Kendisine doğru gelmekte olan dev dalga ile birlikte sanki hipnotize olmuştu.
Dev dalgalar gemileri bir ceviz kabuğu gibi kıyıya doğru sürüklüyordu. Gemiler sahile vurduktan sonra kıyıya yakın yerlerde kurulan evlere zarar verdi. Am-tep daha kötüsünün olabileceğini düşünüyordu ve bu düşüncesinde haklıydı. Bu şiddette bir doğa olayının yatışması için sadece bir insan kurban edilmesi yeterli olamazdı. Birden çocuklarına döndü, sonra yeni doğmuş torununa baktı, çocukları ve torunu tehlikede olabilirdi. Genç bir kız ve yeni doğmuş bir bebek şimdi tapınağa doğru büyük bir kalabalık eşliğinde yola çıkmıştı. Önde rahipler tütsü dumanını havaya savururken yer büyük bir gürültü ile ikiye ayrıldı, rahipler, kurbanlar ve peşlerine takılan insanlar bu derin çukur tarafından yutuldu. Bu depremden dolayı büyük saray da yıkılmıştı.
Am-tep’in şimdiye kadar yaşadığı sakin huzurlu dünya yok olmuştu, bu güzel ada halkı el sanatları ile uğraşır komşu topluluklar ile ticaret yapardı. Büyük sarayda çeşit çeşit bitkiler farklı renkte ve güzellikte çiçekler hayvan türleri bulunurdu. Savaşı ve savunmayı halk bilmezdi. Birkaç yıl önce yetenekli marangoz ve aynı zamanda denizci oğlunun yaptığı gemi ile adayı terk etmişti Am-tep. Torunun dünyadaki her olayı merak eden bir havası vardı. Yolculuk boyunca hava sakindi. Neden tanrılar kimi zaman kızgın olurdu ve karşılaştıkları tufanları kim nasıl idare ediyordu, zihnini kurcalayan bu soruyu torunu ile paylaştı fakat bir cevap bulamadı. Bu olaydan sonra bir yüzyıl hatta bir milenyum geçmiş olmasına rağmen Am-tep’in sorusuna cevap bulunamadı. Amphos kendisinden yüzyıllar önce yaşayan dedesi Am-tep gibi sanatçıydı, altın süs eşyaları, her çeşit kilden yapılmış küpleri özenle sıralar yaşamını sanatı ile kazanırdı. Yaklaşık kırk nesil boyunca hep aynı sanat ile uğraşmışlardı.
Nesiller boyunca aktarılan tek yetenek el sanatları değildi, aynı zamanda araştırma ve öğrenme arzusu da aile içinde nesillerden nesillere aktarılmaktaydı. Büyük felaket huzur içinde yaşayan bir toplumu yok etmişti. Yüzyıllar evvel Am-tep’in zihnini meşgul eden sorular şimdi de Amphos’un cevabını bulmak için yanıp tutuştuğu sorular ile aynıydı. Amphos bitkilerin yapısına çalıştı. Böceklere ve yaşamında karşısına çıkan diğer küçük yaratıklara çalıştı, taşları ve kayaları inceledi. Öğrenme arzusu ile doluydu ve gözlem yapmayı çok seviyordu. Tarıma ilgisi vardı ve tek bir tohumdan bir bitkinin nasıl olup da yetişip geliştiğini öğrenmek istiyordu.
Acaba Tanrılar yıldızları daha düzenli bir şekilde yerleştirmeyi neden denememişlerdi? Bir çiftçi tarafından rastgele savrulan tohumları andırıyordu yıldızlar. Tabiatın kanunları kusursuz bir şekilde işliyordu. Evrenin yaradılışında rol oynayan batıl inançlar ve cahillik değil, sayılar ve geometriydi. Bir milenyum önce Am-tep’in yaptığı gibi Amphos da deniz yolculuğuna çıktı. Croton şehrine ulaştı. Bu şehirde gerçeği bulmaya odaklanmış bir tarikata kabul edildi. Bu tarikatın önderinin ismi Pisagordu.