İYİ Parti Antalya Milletvekili Feridun Bahşi, Ülkemizde yaşanan hukuksal sorunlar, atamalar, KHK’lar Torba Yasalar, parlamenter sistemden ayrılarak ucube bir sisteme geçiş ve tek kişinin elinde bulunan güç, yargı bağımsızlığını ve hukukun üstünlüğünü yok etmiş adalete güven duygusunu ortadan kaldırmıştır dedi.
Bahşi, Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı ile insan hakları, ancak kuvvetler ayrılığı ilkesinin uygulandığı yönetim sistemlerinde gerçek anlamına kavuşur.
Yargıdan hep şikâyet ettik. Ben de bir hukukçu ve geçmişte hakimlik yapmış biri olarak bu şikâyetlere yakından şahidim.
Adaletten bahsediyoruz.
Vicdanınızın el verdiği ölçüde adaleti çeşitli şekillerde tarif edebilirsiniz ama bilinmeli ki adalet söz varsa zulmetmek yoktur.
Mutlaka hak sahibine hakkını teslim etmek vardır.
Adalette ve her hâlükârda, adaletin sonuçlarında ise haksızları terbiye etmek vardır.
Adaleti hak ve özgürlüklerin güvencesi ve devletin temeli olarak görüyoruz. Bu nedenle, yargı, insanların tereddütsüz güvenebileceği, adalet duygusunun zihinlerde ve kalplerde yer ettiği bir yapıda olmalıdır dedi.
İnsanlarımızın adaletli ve hakkaniyetli bir sosyal düzen içerisinde yaşaması için hukukun üstünlüğü prensibi hâkim kılınmalıdır.
Zira, hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması, çeşitli güç unsurlarının hukuk devleti kurallarına göre sınırlandırılması suretiyle güçlünün değil haklının korunması, toplumsal ahengin ve huzurun tesis edilmesi devletin temel görevleri arasındadır.
Kısacası, adalet mülkün yani devletin ve toplumsal düzenin temelidir.
Bu denli önemli olan adaletin tesisi ise her şeyden önce hâkimlerin ve savcıların liyakatli ve hakkaniyetli olmasına bağlıdır.
Peki, bugün için Türkiye’de var olan durum böyle midir?
Böyledir demeyi de çok arzu ederdim ne yazık ki değil.
Basınımızın Değerli Üyeleri
Maalesef, ülkemizde özellikle 2010 Anayasa değişiklikleri sonrası yaşananlar Türk yargısı önce FETÖ sonra ak parti militanlarına teslim edildi.
Son dönemde yaşanan yargı facialarını kamuoyu yakından izliyor.
En son ardı ardına önce Barış’lar ve Murat Ağırel ardından Müyesser Yıldız ve İsmail Dükel ve daha yüzlercesinin yaşadıkları…
Ak Parti parmak çoğunluğu ile içine sindiremediği her kurum gibi yargı erkini de maalesef arka bahçesi hâline dönüştürmüştür.
Daha önce yargı sisteminden çokça şikayet eden Ak Parti parti militanlarını hakim savcı yaparak yargıyı bağımsız ve tarafsız görev yapamaz yandaş bir kurum haline getirmiştir.
Daha önce de defalarca ifade ettiğimiz gibi hukukun üstünlüğü endeksinde yerimiz 126 ülke arasında 109’uncu sıradadır.
Görüldüğü gibi Türk yargısının hâli içler acısı ancak unutmamak gerekir ki adalet bir gün herkese lazım olacaktır.
Değerli Basın Mensupları
Şimdi size bağımsız yargının temeli olan hâkim ve savcılarımıza yapılan baskı ve mobing konusunda kendimden birkaç örnek vereceğim.
Bu sayede konu daha iyi anlaşılabilir diye düşünüyorum.
Ben hukukçuyum, eşim, oğlum, kızım, gelinim ve damadım da hukukçu.
2013 yılında hâkimlik sınavından 94 puan alarak mülakata giren ve sadece soyadı Bahşi olduğu için elenen bir hukukçu kızın amcasıyım.
Yine, önceki yıllarda 42 puan alarak hakim yapılan müsteşar ve Ak Parti yönetici çocuklarının hakim yapıldığı bir dönemde hem yazılı sınavda hem de sözlü sınavda başarılı olan ama Feridun Bahşi’nin kızı olduğu için “kazandı” listesinden, çıkarılan bir kızın babasıyım.
En son da dün Ankara Fikri ve Sınai Haklar 1. Hukuk Mahkemesi Hâkimi iken tayini çıkarılan bir hakimin eşiyim.
Şimdi olayı özetleyerek sizlerle paylaşmak istiyorum.
Birçok davada hakimler davanın niteliğine göre uzmanlık isteyen konularda bilirkişilerden raporu da isteyebilirler..
Teknik konuları bilmesi beklenemez.
Bu davada da eşim hakime, bilirkişiden rapor istemiş ve davalı aleyhine gelen rapor ulaştığı gün düğmeye basılmıştır..
Bakın ortada bir karar yok..
Hakimin nasıl bir karar vereceği ile ilgili tek bir emare yok..
Ancak, siyasi nüfuzlarını her şartta kullanmaya alışmış bir güruh, duruşma hakiminin eşinin bir milletvekili olmasını tehdit olarak görüp düğmeye basıyor..
Kişi kendinden bilir işi..
Geçtiğimiz hafta Çarşamba günü HSK tarafından eşimin atamasının yapılabileceğine dair bir duyum aldım.
Akşam kendisiyle konuştuğumda 38 yıllık başarılı bir hakimin böyle bir atamaya tabi tutulmasının mümkün olmadığı kanaatine vardık.
Biz hala adalet hukuk ve vicdan olabileceği konusundaki umudumuzu kaybetmemişiz.
Ancak Perşembe günü beni arayıp konuyu çözdüğünü mahkemesinde eski bakanlardan birisine ait 2017 yılından bir davanın olduğunu bakan avukatının reddi hakim talebinde bulunduğunu bildirdi. (.)
Hakimler 3 yılda bir incelemeye tabi tutulur ve terfi ettirilir
Salı günü yani önceki gün kendisinin terfii açıklandı ve en üst dereceden yani mümtazen yani pekiyi olarak terfi etti. (.)
Dün ise talebi olmadan emekliliği yakın 38 yıllık başarılı bir hakim olan eşim bir başka mahkemeye üye olarak tayin edildi.
Görüyoruz ki; Mesele adalet değil,
Mesele tayin de değil,
Mesele şahsi menfaat meselesidir..
Mesele her şeyi herkesten iyi bildiğini zanneden bir zihniyetin yönettiği Türkiye’de, bir hâkimin, eşinin bir başka partide milletvekili olması bile sorun yaratmasıdır.
Mesele iki ayrı partideki milletvekillerinin siyasi hasım olarak kabul edilmesi,
Yazdıkları dilekçe ile yeni bir husumet şeklini hukuk literatürüne sokmuşlardır.
İki ayrı parti milletvekili arasındaki siyasi husumet.
Burada yapılan hukuk ya da adalet değil, adaletçilik oynamaktır..
Bir noktanın altını özellikle çizmek isterim;
Mesele, hakimin benim eşim olması değil..
Mesele, kutsallığına inandığım mesleğimin onurudur..
Mesele, 38 yıllık bir hakimin, siyasi saiklerle haksızlığa uğramasıdır..
Mesele haksızlığın da ötesinde, siyasi saiklerle yargıya müdahale edilmesidir..
Sonuçta asıl mesele; en tehlikeli işin yapılması, milletimizin adalet duygusu ve beklentisine darbe vurulmasıdır..
Bir toplumu çürütebilecek en büyük yanlış da budur..
Adalet heykelindeki göz bağı, hakimin, yargıladığı kişinin kim olduğuyla ilgilenmeyeceğini sembolize eder..
Önemli olan yargılananın kim olduğu değil, nüfuzu değil, önemli olan, adaletin gereğidir..
Hakimin baktığı davada davalının eski bir bakan olmasının, bir siyasi nüfuzunun olmasının zerre önemi yoktur..
Salı günü meslekte mümtazen terfi ettiğini öğrenen bir hakimin Çarşamba günü baktığı davanın eski bir bakana ait olduğu için tayin edilerek davadan el çektirilmesi, adaleti bir nüfuz karşısında kilim etmektir..
Hazreti Peygamber bir hadisinde buyurur ki;
Bir saat adaletle hükmetmek, bin sene ibadet etmekten daha hayırlıdır..
Bu hayrın peşindeki insanları cezalandırmak, Müslümanın işi olamaz..
Çünkü hepimiz biliriz ki;
Suçlunun beraat ettiği yerde, hakim hüküm giyer..
Devleti ‘ŞAHSIM ÜLKESİ’ diye tarif eden bir zihniyetin, adaleti ve yargıyı da şahsileştirmesi vaka-i adiyedendir..
Ancak bu, bir milleti ayakta tutan duygulardan olan adalet duygusunu sahipsiz bırakacağımız anlamına gelmez..
Yargı siyasallaşır, ülkeyi yönetenler hukuk sistemine çiftlik muamelesi yaparsa, o ülkede tuz kokmuş demektir.
Hâkimin adaletsizliğe uğradığı yerde, hukuksuzluk hakim olur.
Temiz bir hayat için mesele, yastığa başınızı koyduğunuzda huzur içinde olabilmektir.
Temiz bir adalet içinse, hâkimin, 24 saat huzur içinde olabilmesidir.
Hâkimin;
Adaletin, kuralların, kanunların ve vicdanın emrettiğini uygularken uğradığı haksızlık, onun sicilinde bir madalya iken, bunu yapanların sicilindeki kara leke olacaktır.
Buradan Adalet Bakanı’na ve HSK’ya sesleniyorum;
Vicdanınız varsa,
İçinizdeki zerre kadar adalet duygusu varsa,
Milletimizin, devletine ve adalete inancı devam etsin istiyorsanız,
Yargının üzerine en küçük bir gölgenin dahi düşmesine engel olmalısınız..
İşini hakkıyla, adaletle yapmış bir hakim olarak isyan ediyorum;
Devleti yönetenlerin adaletsizliğine,
Devleti yönetenlerin keyfiyetine,
Devleti yönetenlerin, siyasi bir nüfuz karşısında adalete diz çöktürme gayretine,
İsyan ediyorum..
Ama umutsuz değilim..
Çünkü inanıyorum ki;
İlahi adalette zaman aşımı yoktur..
O, bir gün mutlaka tecelli edecektir..
Şimdi sorusu olanların sorularını almak istiyorum diyerek sözlerine son verdi..